Tüm köy toplanmış meydanda, kazan kazan yemekler hazırlanmış, davullar zurnalar çalıyor. Bir düğün var bugün, benim düğünüm. Köyün en güzel kızıyla evleniyorum bugün. Buruk bir mutlulukla Hatice’min bembeyaz duvağını açıyorum ve alnından öpüyorum.
Yıllar önceydi. Annem, benden üç yaş küçük kardeşim doğarken ölmüş. Ben annemi hatırlamıyorum bile. Ablam vardı bize annelik yapan, o da benden on iki yaş büyüktü. Kardeşim Umut da ben de çok severdik ablamızı, herkesten kıskanırdık onu, kardeş olarak birbirimizden bile. Ablam kardeşimi daha başka severdi, onu her şeyden korurdu, ufacık bir sıyrığında, kanamasında bile günlerce ağlardı. Çok kıskanırdım bazen onu. Babam çalışmak için şehir dışına çıkar çok uzun zaman gelmezdi. Ablam böyle zamanlarda bir de babalık yapardı bize. Tüm köy halkı severdi bizi, korur, kollarlardı.
İlkokul son sınıftaydım. O zamanlar akranlarımızla beraber köy abilerini gizlice dinlemek yeni eğlencemiz olmuştu. Akşamları genellikle derenin kenarına toplaşırlar, sevdikleri kızları uzun uzun anlatırlardı. Bizler de bir çalının arkasında merakla onları seyrederdik. Sonrasında onları canlandırma şeklinde oyuna dönerdi eğlencemiz. Yine köyün delikanlı abilerini gizlice dinlediğimiz bir gün, Ahmet Abi, yeni sevdiği bir kızdan bahsetti. Ne kadar güzel olduğunu, gözlerini, saçlarını, dudaklarını anlattı. Sonra birden ablamın adı çıkıverdi ağzından. Ablamın adını anlattı tüm akşam ve gülleri sevdiğini yineledi birkaç kez. Ablamı sevdiğini söyledi defalarca ve evlenmek istediğini. Arkadaşlarım kıkır kıkır gülerken ben dondum kaldım. Ablam… Ablam benimdi… Kimseye veremezdim onu… Ben Ahmet Abi’yim hadi sen Sibel Abla ol dediklerinde arkadaşlarım ben sadece ağlıyordum… Ve ağlaya ağlaya evin yolunu tuttum. Yatana kadar hiçbir şey konuşmadım, sadece ablamı seyrettim özlemle…
O zamanlar Umut’la aynı döşekte yatardık. Yataktaydık beraber. Başımı yorganın altına koydum hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım, Umut’un minicik parmaklarını yüzümde hissettim ve söyleyebildiğim tek şey ablam evlenecekmiş demek oldu. Umut’la sımsıkı sarılarak uyuyakalmışız. Ertesi sabah babam tembihledi iyice bizi, yaramazlık yapmayalım, ortalıklarda dolanmayalım diye. Akşam misafirlerimiz varmış. Ahmet Abi gelecekmiş ailesiyle. O akşam Umut’la birlikte gizlice Ahmet Abileri seyrettik. Kapıdan önce babası sonra annesi girdi, en sonda Ahmet Abi girdi elinde bir demet kırmızı gülle. Konuşuldu, kahveler içildi, Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle ablam Sibel verildi… Babam Ahmet abileri uğurlarken, ablam gülleri kendi odasına götürdü. Gece boyunca onları seyretti, öptü, kokladı… Ablamın gülleri bu kadar sevdiğini o gün gördük kardeşimle… Sonraki günlerde ise bizim evde bir düğün telaşı başladı, tüm köy seferber oldu. Bir ay düğün hazırlıklarıyla geçti. Bizler yine arkadaşlarla gizli gizli dere kenarında köy abilerini dinledik. Bazen Ahmet Abi de geliyordu, Sibel Abla’mı anlatıyordu, yine gülleri ne kadar çok sevdiğini söylüyordu…
Mayıs ayının sonlarıydı. Düğüne günler kalmıştı. Ablam her gün, Ahmet Abi’nin getirdiği gülleri seviyor, hayranlıkla seyrediyordu. Kardeşimle farkına vardık ki, ablam gülleri seviyordu, Ahmet Abi’yi değil. Öyleyse biz de düğünden önce ona en güzel gülleri getirirsek ablam bizim güllerimizi daha çok sever ve onunla evlenmezdi. Bir karar aldık. Düğün günü için en güzel gülü götürecektik ablama. İlk gün birlikte en güzel gülleri aramaya başlamıştık. Sonra ikimiz arasında da bir yarış başladı ve sonraki günler birbirimizi de rakip görmeye başladık. İkimiz de ablamı, kimseyle paylaşamayacak kadar çok seviyorduk.
Düğün Pazar günü olacaktı. Cumartesi günü Umut’la ikimiz en güzel gülleri bulmak için köyden uzaklaştık, ormanlara gittik, tepelere çıktık. Akşam yatarken ikimiz de güllerimize uzun uzun baktık ve üzerlerine kimse görmesin diye birer bez örttük. Uyumuşuz. Sabah uyandığımda Umut yoktu yanımda. Sabah ezanla birlikte uyanmış en güzel gülleri, en kırmızı gülleri aramaya gitmiş. O gün ben biraz daha gül aradım, en güzellerinden birkaç tane daha topladım ve güllerimin arasına ekledim. Sonra arkadaşlarımla köyde düğün hazırlıklarına katıldık. Düğün başlayana kadar kardeşimi hiç görmedim. Hava kararırken ablam ve babam da ortalıklarda olmadığını fark ettiler. Davullar, zurnalar çalıyorken, ben ve birkaç arkadaşım sessizce kardeşimi etrafta aramaya başladık, ama görünürlerde Umut’umuz yoktu. Düğün coşkusu devam ederken ablamın yüzünden tedirgin bir sevinç okunuyordu. Düğün coşkusunun nispeten sakinleştiği bir an bir “Ablaaa!” sesiyle irkildik. Hepimiz sesin geldiği yöne baktık. Umut’un sesiydi bu. Elinde koskocaman bir demet kırmızı gülle gücü tükenmiş bir şekilde bize yaklaşıyordu. Kalabalığın içine zar zor girdi, beyaz gömleği kan lekesiyle renklenmişti. Yüzünden, ellerinden, kollarından, bacaklarından kanlar sızıyordu. Yürüdüğü yerlerde ayak izi kan iziyle şekilleniyordu. Terliğinde kan birikmişti. Ablamın yanına kadar zar zor geldi ve gülleri verir vermez yere yığıldı. Ablam bir çığlıkla hemen kucağına aldı. Umut’un dudaklarından en son “En güzel güller benimkiler… Ablam…” sözleri döküldü. Düğün kırmızı güllerle, kırmızı kanla ve kırmızı kuşakla bölündü… Hemen muhtarın arabasıyla şehre gitti Umut, ablam ve babam. Tüm köy sessizce dönüşlerini bekledik. Hastaymış, hemefil miymiş neymiş ya dediler… O zaman öğrendim Umut’un hastalığını, ablamın Umut’a düşkünlüğünü, onu her şeyden koruduğunu… Pazartesi günü akşam döndü ablam kanlı beyaz gelinliğiyle, kucağında Umut’la, arkasında umutla…
Hatice’min bembeyaz gelinliğine bakıyorum önce, sonra da kırmızı kuşağına…